XOŞAMAD

HOŞGELDİNİZ

WELCOME

Bİ-XEYR HATIN

DİKKAT

Blogumuz tek sayfa değildir..sayfanın en altındaki ' önceki yazılar' kısmına tıkladığınızda diğer sayfalarımızıda görebileceksiniz...

Hilal

Nur'a Allah

Nur'a Allah

15 Temmuz 2008 Salı






BİR AYET BİN DERS....


Eger yeryuzundeki ağaclar kalem, deniz murekkep olsa, arkasindan yedi deniz daha ona katilip (murekkep) olsaydi,yine de Allah'in kelimeleri bitmezdi." Lokman suresi/27)


Allahın lütfundan kendilerine verdiği nimetlerinde,cimrilik edenler,sakın kendileri için bunun hayırlı olduğunu zannetmesinler.Cimrilik ettikleri mal yarın kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.Göklerin ve yerin mirası Allahındır ve Allah her ne yaparsanız haberdardır. AL-İ İMRAN 180


Ey insanlar!) Nereye gidiyorsunuz? (Tekvir 26)


Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç düşünmüyormusunuz? (Saffat 154-155)


Hayret! Bu ilahî kelâmı, kendilerine iletmen için sana göndermiş olmamız onlara yetmez mi? Kuşkusuz onda rahmet[imizin tezahürü] ve iman edecek kimseler için bir uyarı vardır.

ANKEBUT / 50-51


Her kim Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, doğrularla, şehidlerle ve iyi insanlar ile birlikte olurlar. Bunlar ne güzel arkadaştır!" Nisa - 69


İşte bu lütuf Allah'tandır! Her şeyi en iyi bilen olarak Allah yeter!" Nisa - 70


Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz!

Hiç düşünmüyor musunuz? (Saffat 154-155)


Zulme sapmış memleketlerin halkını yakaladığında, Rabbinin yakalaması işte böyledir! Şüphesiz onun yakalaması can yakıcı ve şiddetlidir ..HUD 102


Ey insanlar, siz Allah'a yönelmiş yoksullarsınız! Allah ise mutlak Gani (Çok zengin ve hiçbir şeye muhtaç olmayan), mutlak Hamid (Hamd'e tek layık olan)'dir (Fatır 15)



Kör ile gören bir olmaz. Karanlıklar ile aydınlık bir olmaz. Gölge ile sıcaklık bir olmaz. Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah dilediğine işittirir. Sen kabirde bulunanlara işittirecek değilsin. Sen ancak bir uyarıcısın" (Fatır 19-23)


Artık kim azmışsa, ve dünya hayatını ahirete tercih etmişse, Onun varacağı yer, olsa olsa cehennemdir!

Ama kim Rabbinin divanında durmaktan korkarsa,ve nefsini heva ve hevese uymaktan dizginlerse, Onun varacağı yer de olsa olsa cennettir!" (Naziat 37-41)



Kim izzet ve şeref istiyor idiyse , bilsin ki izzet ve şerefin hepsi Allah ındır .Ona ancak güzel sözler yükselir.Onlarıda Allah a amel-i salih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince , onlar için çetin bir azap vardır. ve onların tuzağı bozulur. FATIR 10



HACC SURESİ:

52 - "Senden evvel ne bir rasul ve ne bir nebi göndermedik ki, bir şey yapmayı arzu ettiği vakit Şeytan onun arzusuna bir fitne yapmış olmasın! Bunun üzerine Allah Şeytan'ın vesvesesini derhal yokeder ve ayetlerini onun kalbine sağlamlaştırır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilen hikmet sahibidir."

53 - "Bunu, yani Şeytan'ın vesvesesini, kalpleri katı olanlar ile kalplerinde hastalık bulunanlara bir imtihan vesilesi kılmak için yapar. Çünkü zalimler haktan çok uzak bir ayrılık içindedirler!"

54 - "Bir de bunu, kendilerine ilim verilmiş olanlar, Kur'an'ın muhakkak Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler ve O'na iman etsinler de kalpleri O'na saygı duysun diye yapar. Çünkü Allah, iman edenleri hidayet yoluna çıkarır!"

55 - "İnkar edenler de, kendilerine kıyamet saati ansızın gelinceye kadar, veya kurtulma gayretinin boşa çıkacağı günün azabı gelinceye kadar, Kur'an hakkında devamlı kuşku içinde kalırlar."

56 - "Mülk o gün tek olan Allah'ındır; aralarında hükmünü verir. Artık iman edip iyi işler yapmış olanlar Naim cennetlerindedir."

57 - "İnkar edip ayetlerimize yalan diyenlere gelince, işte bunlara hakir düşüren bir azap vardır. "



İçinizden, insanları hayra çağıracak iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun..." (Ali İmran 104)


Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız� (Ali İmran 110)

�Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah azabı çetin olandır� (Enfal 25)


Ve Allah yolunda [sınırsızca] harcayın, kendi elinizle kendinizi ve iyilik yapmaya azimle devam edin: unutmayın ki Allah iyilik yapanları sever. " ; Bakara / 195


Gök gürültüsü ona hamd ile ,
Meleklerde korkularından dolayı .
o ,na tasbih ederler ,
o,yıldırımlar gönderir onunla dilediğini çarpar .
onlar allah hakkında mücadele edip duruyorlar ,
oysa allahın çarpması ,pek çetindir ,

Rad ,suresi .13.Ayet


Evet, iyi bilinki, kalpler ancak Allah'ı anmakla tatmin olur!" (Rad 28)



Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır" (Fatır 6)




Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir" (Hac 40




Ve eğer Şeytan�dan bir kışkırtı seni sürükleyecek olursa hemen Allah�a sığın ve bil ki O her şeyi işiten,her şeyi künhüyle bilendir.Araf/200

Bu nedenle,eğer Şeytandan gelen bir vesvese seni anlamsız ve sebepsiz bir öfkeye sürükleyecek olursa hemen Allah�a sığın;şüphesiz yalnız O her şeyi işiten,her şeyi bilendir.Fussilet/36

Şimdi Kuran okuyacağın zaman hemen o kovulmuş şeytana karşı Allah�a sığın.Nahl/98



Onların kalplerinde sizin saldığınız korku Allah'ınkinden daha şiddetlidir.Bu onların anlamayan bir topluluk olmalarından dolayıdır."...

"Onlar sizinle toplu halde ancak mustahkem şehirlerde veya surların arkasından çarpışabilirler.kendi aralarındaki çekişmeleri ise pek şiddetlidir.Sen onları toplu halde sanırsın,oysa kalpleri dağınıktır.Bu onların akıl etmeyen bir topluluk olmalarındandır." (Haşr-13-14)..

"Onları gördüğünde cüsseleri hoşuna gider.Konuştuklarında sözlerini dinlersin.Onlar adeta sıralanmış kütükler gibidirler.Her bağırtıyı aleyhlerine sanırlar.Onlar düşmandır,onlardan sakın.Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) uzaklaştırılıyorlar!..(münafikun-4).....



Allah yoluna çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve �Ben Müslümanlardanım� diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?" (Fussilet 3



Onlar sizinle toplu halde ancak mustahkem şehirlerde veya surların arkasından çarpışabilirler.kendi aralarındaki çekişmeleri ise pek şiddetlidir.Sen onları toplu halde sanırsın,oysa kalpleri dağınıktır.Bu onların akıl etmeyen bir topluluk olmalarındandır." (Haşr-13-14)..


Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.

(Al-i İmran Suresi, 92)



SİZ EY imana ermiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun; herkes yarın için ne hazırladığına baksın! Ve [bir kez daha:] Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır; ve Allah'tan habersiz olan, bu nedenle Allah'ın da kendileri [için neyin iyi olduğu]ndan habersiz bıraktıkları gibi olmayın: [çünkü] onlar gerçekten sapmış olanlardır! " Haşr sûresi /18/19.ayetler


ALLAH O'dur ki O'ndan başka ilah yoktur: O, yaratılmışların kavrayış alanı dışındaki şeyleri de, duyuları yahut akıllarıyla kavrayabildiklerini de tek bilendir: O, Rahmân ve Rahîm.Allah O'dur ki O'ndan başka ilah yoktur: Mutlak Hakim, Kutsal, Kurtuluşun Tek Kaynağı,İman Bağışlayan, Doğru ile Yanlışın Tek Belirleyicisi,Üstün, Eğriyi Düzeltip Doğruyu İhya Eden, Bütün İhtişamın Sahibi! Şanı yüce olan Allah, insanların ilahlık yakıştırdıkları her şeyden münezzehtir. O, Allah'tır, Yaratıcı, bütün özlere ve görüntülere şekil veren Yapıcı!"

Haşr sûresi/ 22-23-24.ayetler...










Allah,
er-Rahmân, er-Rahîm,
el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm,
el-Mü'min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr,
el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bâri', el-Musavvir, el-Gaffâr,
el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbıd,
el-Bâsıt, el-Hâfıd, er-Râfi, el-Muiz, el-Müzill, es-Semi', el-Basîr,
el-Hakem, el-Adl, el-Lâtîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr,
eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukît, el-Hasîb, el-Celîl,
el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi', el-Hakîm, el-Vedûd, el-Mecîd,
el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy,
el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy,
el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir,

el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâli,
el-Müteâlî, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntakim, el-Afüvv, er-Raûf,
Mâlikü'l-Mülk, Zü'l-Celâli ve'l-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi',
el-Ganiyy, el-Muğni, el-Mâni', ed-Dârr, en-Nâfi',
en-Nûr, el-Hâdi, el-Bedî', el-Bâkî,
el-Vâris, er-Reşîd,
es-Sabûr.
Ortada Şeyh Muhammed Nurullah ,sağda A.Baki Seyda ,Solda Şeyh Ömer Faruk Efendi

Şeyh Muhammed Nurullah'ın Serdahlideki bir resmi



Şeyh Muhammed Nurullah'ın Urfada Balıklıgölde çekilmiş bir resmi

Şeyh Muhammed Nurullah'ın Serdahli(bağlar başı) de çekimliş bir resmi

Şeyh Muhammed Nurullah'ın Diyarbakır'da çekilmiş bir resmi

Şeyh Muhammed Nurullah efendinin eski fotoğraflarından biri


Şeyh Muhammed Nurullah'ın gençlik fotoğraflarından biri




Şeyh Muhammed Nurullah'ın bilinen fotoğraflarından biri

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Şeyh Muhammed Nurullah SEYDA (K.S.)


1948 yilinda dogdu. Kucuk yastan itibaren, boLgenin degerLi aLimLerinin gozetiminde: medreseLerde ders okudu. OzeLLikLe genc yasinda zeka ve ustun akLi iLe hocaLarinin hemen dikkatini cekti. Genc yasina ragmen, kisa zamanda iLim ve takvasi iLe muhterem pederinin yerini doLdurdu. OzeLLikLe yasadigi topLumun ve cagin probLemLeriyLe iLgiLendi. Bugunun insaninin “nasiL” irsad ediLmesi, dogruLarin hangi metodLa ona uLastiriLmasikonusunda ugras verdi. Bircok eser kaLeme aLdi. Bir mutasavvif ve mursid oLarak tasavvufu “ Kur’ an ve Sunnet” isiginda suzgecten geciren eserLeri buyuk yankiLar yapti. Henuz 20 yasinda iken kaLeme aldigi” Esrarü’t-Tasavvuf” ( Tasavvufun SirLari adi aLtinda Turkceye cevriLmistir. ) isimLi eseri genis hacmLi oLmamasina ragmen, net ve oz bir tarzda tasavvuf anLayisini ortaya koyan ifrat tefrit noktasindakiLeri insafa davet eden eseri oLdu. Ustad M. NuruLLah Seyda eL-Cezeri (K.S.) beLki en verimLi caginda 12 Mayis 1985 tarihinde 34 yasinda iken eLim bir trafik kazasinda Rabbine kavutsu. Geride 10 binLerLe ifade ediLen seveni ve 11 mumtaz eser birakarak. Bugun kardesi Seyh Omer Faruk Seyda eL-Cezeri (K.S.) hazretLeri bu mukaddes vazifeyi ifa etmektedir. İrsad haLkasina onbinLeri ekLeyerek. “ Butun duaLarimizin sonu, butun Hamd Ler ALemLerin Rabbi oLan ALLAH (c.c.)’adir “ MÜELLİFİN TERCEME-İ HALİNDEN BİR BÖLÜM Müellifimizin şeyh İmam alim ve fazilet kaynağı olan Muhammed Nurullah El-Cezeri olup büyük allame mürşidlerin İmamı, takva ehlinin medarı iftiharı, saliklerin mürebbii, nur şelalesi Şeyh Muhammed Sait Seyda El-Cezeri ( Esrarı yücelsin irşadlarının fiyuzatı havas ve avam bütün insaları kuşatsın ) nin oğludur. Hicreti nebevi nin 1368 senesinin Safer ayında İbn Ömer Cezerisinde ( Şimdiki Mardin’ in Cizre kazasında ) doğmustur. Bu belde ( Cenab-ı Hak belalardan muhafaza buyursun ) hala faziletli Din Adamlarının ve Büyük Alimlerin yetişmesinde tükenmez bir kaynak olmayı devam ettirmektedir. Sırası gelmişken burada yetişenlerden birkaçını işaret etmek boynumuzun borcudur. MeseLa, tasavvufun çeşitli sırlarını ve ilahi aşkı ihtiva eden meşhur divan sahibi Eş-Şeyh Molla Ahmed Nişani bunlardandır. Aşıklar divanını meclislerinde okuyacaklari şiirlerinde kaynak kabul etmişler. Halleri onun işaret ettiği manaLara gore mukayese ederlerdi. Öyle ki tavıurLarının ekserisine ondan şahit getirirler. Feyizyab oLup büyük derecelere nail olurlardı. Cizre’ nin yetiştirdiklerinden bazıları da; İbnül Esir’ in üç oğlu Ebul izz Tecvide kuraların ve Şeyhlerin Şeyhi olan Muhammed ibnül Cezeri müellifin muhterem dayıları ve kardeşleri ki her biri ilimde zamanın yegane şahsiyetiydi. Ayrıca sağlığında uzun müddet mülaki olmak şerefine nail olduğumuz müeelifin pederine işaret etmek bize kafidir. Halk üzerine adeta üşüşür ziyaretçiler ve müritler en uzak bölgelerden gelirdi.Nitekim şairin şu beyiti haline pek uygun düşmektedir ;

Nerede tatlı bir pınar gözü bulsalar

Toplanır ins-ü-kuş can atarlar bilseler



Gerçek şu ki, ziyaretçiler kendisini ve münevver simasini görüp ahlak ve sıfatlarını müşahade ettiklerinde “ Tahminlerimizin çok üstünde” demekten kendilerini alamiyorlardı. Evet O’ nu gören O’ nunla bir araya geldiği zaman “Muidiyi bizzat görmek duymaktan daha hayırlıdır” der.
O’ nu bizzat kendisiyle aynı senede doğup, aynı senede vefat eden (1309 H./1387 H.) hem ilim hemde tarikat icazetlerini kendisinden alan aynı zamanda aralarında hususi din kardeşliği tesis eden Cizre Li Şerif asil ve büyük Alim Seyyid Ali El Fundukimethetmis ve kendisine iltihak ettikten sonra bu büyük mürşidin şan ve şerefine Divanının Müteaddid yerlerinde işaret etmiştir. Onlardan bir bölümü mealen şöyledir :

Nice yollar bilir nasıl Seydadır,
Öyle bir nimet ki Lütfü İlahi

Ceziremiz manen çokta ümrandır

Hak yoldur, tuttuğu tarikat dahi…



Müellifimiz olan oğlunuda küçüklüğünden beri gözden ırak tutmuyordu. Bazen kendisi bazende bölgesinin değişik fenlerdeki en mümtaz hocaları nezaretinde eğitim ve terbiyesine son derece ihtimam gösteriyor, başı boş bırakmıyordu. Hocaların hepsi kendilerine emanet edilen bu büyük mübarek ağaç meyvesine ve yiğit yavruya gereken gayret ve ihtimamı göstermekten geri durmuyorlardı: Neticede Cenab-ı Hak O’ nu iyi bir şekilde yetiştirdi.
Nitekim ilhamını uhdesinde bütün güzelliklerde barındıran asil kaynağından almıştır. Çünkü arazinin güzel ürün vermesi tohumun iyiliğine bağlıdır. Kader yavaş yavaş bu edip şahsiyeti aslının adabını öğrenmeye müsait hale getirmiştir. Mevla’ nın inayeti beraberinde olduğu halde seyrine devam etti. Akranının bir tek merhaleyi kat ettiği bir zamanda O birkaç merhale katetti. Bu çalışma, fazilet ve meziyetler kendisinde yer edinceye yegane şahsiyet olan babasının gösterdiği yolda müridlerini sevk ve idare edecek istidad ve kabiliyetler gelişinceye akli ve nakli ilimlere vakıf olup rivayet ve dirayeti kendisinde rüsuh buluncaya kadar devam etti. Bütün bu başarılar Cenab-ı Hak’ ın kendisine tevdi ettiği keskin zekası ve kuvvetli hafızası sayesinde olmuştur. O sırada Takdiri İlahi babasının nuranı nefsinin; “Ey huzur içinde olan can dön Rabb’ ine sen O’ndan razı O da senden razı olarak” nidasına icabet etmesine hükmetti. O da Allah(c.c.) ın kulları arasına ve cennete girdi. Oğlu olan müellif ise bir taraftan maharet ve yücelik ridasına büründükten sonra bütün takdirlerle O’ nun yerine geçerken diğer taraftanda Kemal’ in zirvesine ulaşıncaya kadar Yüce merdivenlerle dereceleri kat etmeye devam etti. Bütün ümidler kendisinde tamamlandı. Ahlakı babasının ahlakının aynısı oldu. Böylece onlar en iyi bir İmam ve muktedi oldular. Şimdi o müntesiblerinin arasında emin bir nasihatçı, kötü ve çirkin bid’atleri kaldırıcı münazaalarda barıştırıcı, süluk ve riyazette irşad edici, vakitlerini ilimle değerlendirici olarak seyrine devam etmektedir. İlmi çalışmalarının bir bölümü talimle, bir bölümü mütalaa ile bir bölümü de faydalı şeyleri bir araya getirip din kardeşleri arasında yaymak üzere telifat yapmakla değerlendirip vakti kesmektedir. Zira sufiler şöyle derler; “ Vakit kılıç gibidir, Sen onu kesmezsen O seni keser” Müellifimiz telif ettiği eserlerine “Sahife” ismini vermekte ve peşpeşe ( 1, 2 ) diye rakamla saymaktadır. Şiödiye kadar basılan ve basılmayanların sayısı 10 a ulaşmıştır;


ESERLERİ
1. Sahife: Hizb-ül hikayikil İrşadiye : Dua ve zikirlerle ilgilidir, basılmıştır.
2. Sahife: Es-Saihül mütefekkir : Akide ile ilgilidir, basılmıştır.

3. Sahife: Cem-ül cevai : Tefsir, hadis ve fıkıf usulü ile ilgilidir, basılmıştır.

4. Sahife: Hülasat-ül Telhis : Edebiyatla ilgili olup maani ve bedii ilimlerine aittir, basılmıştır.
5. Sahife: Sahifet-ül İctihad:
6. Sahife: Esrarüt Tasavvuf : Tasavvufla ilgilidir, Türkçeye tercüme edilip basılmıştır.
7. Sahife: El Akaid :

8. Sahife: El Berahin Ala Haşril İnsan ve Vücudi Alemin Ahar : İnsanların tekrar dirileceğine ve başka bir alemin varlığına ait delillerle ilgilidir.

9. Sahife : Ed-Delaillü-l Katı-a Ala risaleti Seyyidina Muhammed (s.a.v.) ve İcazi Kur’ an : Hz. Muhammed (a.s) peygamberliği ve Kur’ an ın icazı ile ilgili kesin deliller ihtiva etmektedir.
10. Sahife: Sahifet-ül marifet : Marifetle alakalıdır
11. Sahife: Tabiat Çınlıyor: Arapça Türkçe basıldı.



Bu yekta olan yiğidin babasının eserlerine ve şemaline erişeceğine inanıyorum. Zira halen O’ nun sıret ve suretindedir. O hem zamanımızın hem de geleceğin şahsiyetidir. O “Ne iyi Mürşid ve Lider.” Diyerek övmemize layıktır. Aynı zamanda bölgemizin ulema ve meşayih silsilesinden müteşekkil kuvvetli büyük bir halaka teşkil etmiştir.
Tek kelime ile O’ nu görenin “ Maşallah illa kuvvete illa billah” demesi yerinde olur. Allah(c.c.) ın Salat ve Selamı Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v. ) ve O’ nun al ve ashabına olsun. Amin..! Ve’L hamdulillahi Rabbil alemin.

kaynak - http://www.koolpa.com

12 Temmuz 2008 Cumartesi


Nur Yüzlü Nurullah (k.s.)

Mustafa İslamoğlunun tefsir derslerini dinledinizmi.15 yıllık bir birikimin ürünü olan tefsir derslerini mutlaka izleyin-dinleyin.ayrıca faydalanacağınız internet sitesi

http://www.mustafaislamoglu.com/

Genç Kalan Beyin


Genç Beyin Dergisi'nin bugün toplum/lara sağladığı fayda aşikardır.bu şifalı dergiyi sizde görün,okuyun ,hayatınızda değişiklikler olsun..illa abone olmanız gerekmez.en azından bir sayısı bile size yetebilir bazen.çünkü her sayfası dolu dolu,akıcı.umarız her gelişim sevdalısı bu dergiden faydalanır...derginin internet sitesi www.gencbeyin.org/


11 Temmuz 2008 Cuma

Doğru !


Neden bir Blogla Yetiniyoruz ?

Çok Sevdiğimizi saydığımızı söylediğimiz başta efendimiz sonrada büyüklerimizi ne tanıtacak adam gibi bir site nede bir dergi ya da başka bir yayın sistemi olmadığından şimdilik bloglarda idare ediyoruz.diğer cemaatlerin faaliyetlerini görüp ders almayan zengin geçinen ama orjinalde içleri-dışları boş olan tasavvufçu geçinen ama gerçekte tasavvufun t'sini bilmeyen, allahı sevdiklerini söyleyen gerçekte can korkusuyla yaşayan ödlek takımı olan, ne kendilerine nede başkalarına faydaları olan,bana neci kesimden oluşan ve ne yazıkki bu yolun yarısını teşkil eden riyakar şahıslara-müritlere-ümmete iftahtır...

10 Temmuz 2008 Perşembe

Melayê Cizîrî


Pir ji dîna te xerîb im xanim
Ji te ser ta bi qedem heyran im
Her bi can teşnelebî lehlan im
Dil di benda giriha zilfan im
Yûsifî cirhekeşî hicran im
Niqteyî daîreyî rindan im
Lew şebî daîre sergerdan im
Badenûşî qedehî hirman im
Bedel ateş ji ceger biryan im
Lew perîşan im û pir êşan im
Aşiqî nazik û mehbûban im
Tu mebîn bêser û bêsaman im
Gulî baxê iremî Bihtan im
Şebçiraxî şebî Kurdistan im
Çi tebîet beşer û insan im
Lilehil hemd çi alîşan im
Di riya yar li rêza san im
Lew di iqlîmî sixen xaqan im
Sibehî îd e û ez pê zanim
Ko bi kêra te seher qurban im
Xweş birîndarekî bêderman im
Carekê şefeq e rûhim can im
Ji Xwedê re veke benda beriye.
Dînbirê hurmisalê zeriyê
Nazikê nîşkerê sirperiyê.

Şeyh Nurullah efendi'nin bir gençlik fotoğrafı
Şeyh Nurullah Efendinin İstanbulda çekilmiş bir fotoğrafı

Şeyh Muhammed Nurullah Seyda'nın vefatından önce çekilmiş en son fotoğrafı

Ulema Şeyh Nurullah Efendinin çok ünlü bir resmi

Şeyh Muhammed Nurullah Seyda El-Cezeri (K.S.A)


eyh Muhammed Nurullah Seyda El-Cezeri
1948 yilinda dogdu. Kucuk yastan itibaren, boLgenin degerLi aLimLerinin gozetiminde: medreseLerde ders okudu. OzeLLikLe genc yasinda zeka ve ustun akLi iLe hocaLarinin hemen dikkatini cekti. Genc yasina ragmen, kisa zamanda iLim ve takvasi iLe muhterem pederinin yerini doLdurdu.
OzeLLikLe yasadigi topLumun ve cagin probLemLeriyLe iLgiLendi. Bugunun insaninin “nasiL” irsad ediLmesi, dogruLarin hangi metodLa ona uLastiriLmasikonusunda ugras verdi. Bircok eser kaLeme aLdi. Bir mutasavvif ve mursid oLarak tasavvufu “ Kur’ an ve Sunnet” isiginda suzgecten geciren eserLeri buyuk yankiLar yapti. Henuz 20 yasinda iken kaLeme aldigi” Esrarü’t-Tasavvuf” ( Tasavvufun SirLari adi aLtinda Turkceye cevriLmistir. ) isimLi eseri genis hacmLi oLmamasina ragmen, net ve oz bir tarzda tasavvuf anLayisini ortaya koyan ifrat tefrit noktasindakiLeri insafa davet eden eseri oLdu.
Ustad M. NuruLLah Seyda eL-Cezeri (K.S.) beLki en verimLi caginda 12 Mayis 1985 tarihinde 34 yasinda iken eLim bir trafik kazasinda Rabbine kavutsu. Geride 10 binLerLe ifade ediLen seveni ve 11 mumtaz eser birakarak.
Bugun kardesi Seyh Omer Faruk Seyda eL-Cezeri (K.S.) hazretLeri bu mukaddes vazifeyi ifa etmektedir. İrsad haLkasina onbinLeri ekLeyerek.
“ Butun duaLarimizin sonu, butun Hamd Ler ALemLerin Rabbi oLan ALLAH (c.c.)’adir “

MÜELLİFİN TERCEME-İ HALİNDEN BİR BÖLÜM

Müellifimizin şeyh İmam alim ve fazilet kaynağı olan Muhammed Nurullah El-Cezeri olup büyük allame mürşidlerin İmamı, takva ehlinin medarı iftiharı, saliklerin mürebbii, nur şelalesi Şeyh Muhammed Sait Seyda El-Cezeri ( Esrarı yücelsin irşadlarının fiyuzatı havas ve avam bütün insaları kuşatsın ) nin oğludur.
Hicreti nebevi nin 1368 senesinin Safer ayında İbn Ömer Cezerisinde ( Şimdiki Mardin’ in Cizre kazasında ) doğmustur. Bu belde ( Cenab-ı Hak belalardan muhafaza buyursun ) hala faziletli Din Adamlarının ve Büyük Alimlerin yetişmesinde tükenmez bir kaynak olmayı devam ettirmektedir. Sırası gelmişken burada yetişenlerden birkaçını işaret etmek boynumuzun borcudur. MeseLa, tasavvufun çeşitli sırlarını ve ilahi aşkı ihtiva eden meşhur divan sahibi Eş-Şeyh Molla Ahmed Nişani bunlardandır. Aşıklar divanını meclislerinde okuyacaklari şiirlerinde kaynak kabul etmişler. Halleri onun işaret ettiği manaLara gore mukayese ederlerdi. Öyle ki tavıurLarının ekserisine ondan şahit getirirler. Feyizyab oLup büyük derecelere nail olurlardı.
Cizre’ nin yetiştirdiklerinden bazıları da; İbnül Esir’ in üç oğlu Ebul izz Tecvide kuraların ve Şeyhlerin Şeyhi olan Muhammed ibnül Cezeri müellifin muhterem dayıları ve kardeşleri ki her biri ilimde zamanın yegane şahsiyetiydi. Ayrıca sağlığında uzun müddet mülaki olmak şerefine nail olduğumuz müeelifin pederine işaret etmek bize kafidir. Halk üzerine adeta üşüşür ziyaretçiler ve müritler en uzak bölgelerden gelirdi.Nitekim şairin şu beyiti haline pek uygun düşmektedir ;

Nerede tatlı bir pınar gözü bulsalar
Toplanır ins-ü-kuş can atarlar bilseler

Gerçek şu ki, ziyaretçiler kendisini ve münevver simasini görüp ahlak ve sıfatlarını müşahade ettiklerinde “ Tahminlerimizin çok üstünde” demekten kendilerini alamiyorlardı. Evet O’ nu gören O’ nunla bir araya geldiği zaman “Muidiyi bizzat görmek duymaktan daha hayırlıdır” der.
O’ nu bizzat kendisiyle aynı senede doğup, aynı senede vefat eden (1309 H./1387 H.) hem ilim hemde tarikat icazetlerini kendisinden alan aynı zamanda aralarında hususi din kardeşliği tesis eden Cizre Li Şerif asil ve büyük Alim Seyyid Ali El Fundukimethetmis ve kendisine iltihak ettikten sonra bu büyük mürşidin şan ve şerefine Divanının Müteaddid yerlerinde işaret etmiştir. Onlardan bir bölümü mealen şöyledir :

Nice yollar bilir nasıl Seydadır,
Öyle bir nimet ki Lütfü İlahi
Ceziremiz manen çokta ümrandır
Hak yoldur, tuttuğu tarikat dahi…

Müellifimiz olan oğlunuda küçüklüğünden beri gözden ırak tutmuyordu. Bazen kendisi bazende bölgesinin değişik fenlerdeki en mümtaz hocaları nezaretinde eğitim ve terbiyesine son derece ihtimam gösteriyor, başı boş bırakmıyordu. Hocaların hepsi kendilerine emanet edilen bu büyük mübarek ağaç meyvesine ve yiğit yavruya gereken gayret ve ihtimamı göstermekten geri durmuyorlardı: Neticede Cenab-ı Hak O’ nu iyi bir şekilde yetiştirdi.

Nitekim ilhamını uhdesinde bütün güzelliklerde barındıran asil kaynağından almıştır. Çünkü arazinin güzel ürün vermesi tohumun iyiliğine bağlıdır. Kader yavaş yavaş bu edip şahsiyeti aslının adabını öğrenmeye müsait hale getirmiştir. Mevla’ nın inayeti beraberinde olduğu halde seyrine devam etti. Akranının bir tek merhaleyi kat ettiği bir zamanda O birkaç merhale katetti. Bu çalışma, fazilet ve meziyetler kendisinde yer edinceye yegane şahsiyet olan babasının gösterdiği yolda müridlerini sevk ve idare edecek istidad ve kabiliyetler gelişinceye akli ve nakli ilimlere vakıf olup rivayet ve dirayeti kendisinde rüsuh buluncaya kadar devam etti. Bütün bu başarılar Cenab-ı Hak’ ın kendisine tevdi ettiği keskin zekası ve kuvvetli hafızası sayesinde olmuştur.
O sırada Takdiri İlahi babasının nuranı nefsinin;
“Ey huzur içinde olan can dön Rabb’ ine sen O’ndan razı O da senden razı olarak” nidasına icabet etmesine hükmetti. O da Allah(c.c.) ın kulları arasına ve cennete girdi. Oğlu olan müellif ise bir taraftan maharet ve yücelik ridasına büründükten sonra bütün takdirlerle O’ nun yerine geçerken diğer taraftanda Kemal’ in zirvesine ulaşıncaya kadar Yüce merdivenlerle dereceleri kat etmeye devam etti. Bütün ümidler kendisinde tamamlandı. Ahlakı babasının ahlakının aynısı oldu. Böylece onlar en iyi bir İmam ve muktedi oldular.
Şimdi o müntesiblerinin arasında emin bir nasihatçı, kötü ve çirkin bid’atleri kaldırıcı münazaalarda barıştırıcı, süluk ve riyazette irşad edici, vakitlerini ilimle değerlendirici olarak seyrine devam etmektedir. İlmi çalışmalarının bir bölümü talimle, bir bölümü mütalaa ile bir bölümü de faydalı şeyleri bir araya getirip din kardeşleri arasında yaymak üzere telifat yapmakla değerlendirip vakti kesmektedir. Zira sufiler şöyle derler; “ Vakit kılıç gibidir, Sen onu kesmezsen O seni keser”
Müellifimiz telif ettiği eserlerine “Sahife” ismini vermekte ve peşpeşe ( 1, 2 ) diye rakamla saymaktadır. Şiödiye kadar basılan ve basılmayanların sayısı 10 a ulaşmıştır;

ESERLERİ

1. Sahife: Hizb-ül hikayikil İrşadiye : Dua ve zikirlerle ilgilidir, basılmıştır.
2. Sahife: Es-Saihül mütefekkir : Akide ile ilgilidir, basılmıştır.
3. Sahife: Cem-ül cevai : Tefsir, hadis ve fıkıf usulü ile ilgilidir, basılmıştır.
4. Sahife: Hülasat-ül Telhis : Edebiyatla ilgili olup maani ve bedii ilimlerine aittir, basılmıştır.
5. Sahife: Sahifet-ül İctihad:
6. Sahife: Esrarüt Tasavvuf : Tasavvufla ilgilidir, Türkçeye tercüme edilip basılmıştır.
7. Sahife: El Akaid :
8. Sahife: El Berahin Ala Haşril İnsan ve Vücudi Alemin Ahar : İnsanların tekrar dirileceğine ve başka bir alemin varlığına ait delillerle ilgilidir.
9. Sahife : Ed-Delaillü-l Katı-a Ala risaleti Seyyidina Muhammed (s.a.v.) ve İcazi Kur’ an : Hz. Muhammed (a.s) peygamberliği ve Kur’ an ın icazı ile ilgili kesin deliller ihtiva etmektedir.
10. Sahife: Sahifet-ül marifet : Marifetle alakalıdır
11. Sahife: Tabiat Çınlıyor: Arapça Türkçe basıldı.

Bu yekta olan yiğidin babasının eserlerine ve şemaline erişeceğine inanıyorum. Zira halen O’ nun sıret ve suretindedir. O hem zamanımızın hem de geleceğin şahsiyetidir. O “Ne iyi Mürşid ve Lider.” Diyerek övmemize layıktır. Aynı zamanda bölgemizin ulema ve meşayih silsilesinden müteşekkil kuvvetli büyük bir halaka teşkil etmiştir.
Tek kelime ile O’ nu görenin “ Maşallah illa kuvvete illa billah” demesi yerinde olur.
Allah(c.c.) ın Salat ve Selamı Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v. ) ve O’ nun al ve ashabına olsun. Amin..! Ve’L hamdulillahi Rabbil alemin.

Kaynak : Abdurrahman Erzan ( Cizre Müftüsü )

Şeyh Seyda Hazretleri (K.S) (1889-1968)


Son asır Anadolu velilerdendir. Adı, Muhammed Said olup, Şeyh Seyda diye meşhur olmuştur.

Şeyh Ömer Zenganî, annesi Halime Hatun'dur. 1309 (m.1889) yılında Cizre'de doğdu, 1387 (m. 1968) yılında yine Cizre'de vefat etti. Muhammed Said, henüz bir yaşında iken, babası Ömer ez-Zenganî hac yolculuğu sırasında 1890 yılında Cidde'de vefat etti. Küçük yaşta yetim kalan Muhammed Said, yedi yaşın­dan sonra ilim tahsiline başladı. İlk tahsilini ağabeyi Şeyh Siraceddin Efendi'den aldı. 17 yaşına geldiğinde ağabeyi icazetini verdi. Yirmi üç yaşında müderris oldu. Bundan sonra dayısı Şeyh Muhammed Nuri Dirşevî'nin sohbetlerine ka­tıldı. Kısa zamanda mertebeler aştı. Dayısı onu en kısa zamanda irşad olması için her gittiği yere yanında götürdü. Otuz yaşında dayısının kızı ile evlendi. Nihayet bir gün dayısı Şeyh Muhammed Nuri Hazretleri ölüm döşeğine yattı. Oğullarını ve halifelerini yanına çağırarak: "Artık bundan sonra şeyhiniz Seyda'dır" buyurarak, Muhammed Said Efendi'yi yerine görevlendirdi. Şeyh Seyda Hazretleri o sırada kırk yaşında bulunuyordu. Bir yandan medresede dersleri devam ettirirken, diğer yandan da ir­şada susayanların gönüllerini aydınlattı. İlim ve irşad döneminde kendisinden yüz elli kişi icazet, yüz kişi de tasavvuftan hilafet aldı. Halifeleri Suriye, Irak, Arabistan gibi memleketlere dağıldılar. Seyh Şeyda Hazretleri, sık sık cezbeye kapılır, bazen kış aylarının dondu­rucu soğuğunda Dicle Nehri'ne inerdi. Nehrin buzlarını kırarak içeri sarkar ve sa­atlerce öyle kalırdı. Bazen de yazın kavurucu sıcağında soba yaktırdığı olurdu. Şeyh Seyda Hazretleri'nin vücudu çok yumuşaktı. Elini öpenler, sanki ellerinde hiç kemik yok sanırlardı. Orta boylu ve şişmanca idi. Küçüklüğünden beri kimse yüzüne bakamazdı. Şeyh Seyda Hazretleri’nin yüzüne bakan kimse anlayamadığı bir hisle ürperir ve vücudunu bir titreme kaplardı. Sohbetlerinde daha çok ilim ve ibadete teşvik ederdi. Kendisi teheccüd namazını hiç terk etmezdi. İlmi salih amelle tamamlayan kimsenin doğuyu ve batıyı elde edilen nurla aydınlatacağını ısrarla söylerdi. Neye bakılsa ibret al­mak gerektiğini ısrarla vurguladı. Kaba ve sert davranışlardan şiddetle kaçınan Şeyh Seyda Hazretleri herkese karşı çok yumuşak davranırdı. Şeyh Muhammed Seyda Hazretleri cömert ve ihsan sahibi olup, ziyareti­ne gelen binlerce insana yemek yedirir, fakir zengin ayırt etmeden herkese eşit ilgi gösterirdi. Ayrıca devamlı dergâhta bulunan yüzden fazla âmâ, sakat ve çaresiz düşkünlere yemek yedirir, onların kalplerini asla kırmaz, incitmezdi. Kendisine eziyet edenleri affeder, kimseye kin beslemezdi. İlmî seviyesi çok yüksek olan Şeyh Muhammed Said Seyda Hazretleri'nin sayısız kerametleri görülmüş, o bunların hiçbirisine değer vermemiş, Ehl-i Sünnet inancı doğrultusunda irşad hizmetlerine devam etmiştir. 1387 (m.1968) yılı Ramazan bayramında bütün yakınları ve sevenleriyle bayramlaştı. Bundan yedi gün sonra da evlatlarına ve halifelerine vasiyette bulunup, yeri­ne oğlu Nurullah Efendi'yi bıraktığını bildirdi. Yanında yalnız Hacı Kasım adında bir zatı bıraktı. Sonra da Yüce Allah'a emanetini teslim etti. Şeyh Muhammed Said Seyda Hazretleri, Nakşibendiyye dışında Kadiriyye ve Rifaiyye tarikatlarında da mürşid idi.

Yüce Allah sırrını mukaddes ve mübarek kılsın

Son asır Anadolu velîlerinden. İsmi Muhammed Saîd olup Şeyh Seydâ diye meşhûr olmuştur. Babası Şeyh Ömer Zengânî, annesi Halîme Hâtundur. 1889 (H. 1309) senesinde Cizre'de doğdu. 1968 (H. 1387) senesinde Cizre'de vefât etti. Kabri oradadır.
Muhammed Saîd henüz bir yaşındayken, babası Ömer ez-Zengânî hac yolculuğu sırasında 1890 senesinde Cidde'de vefât etti. Küçük yaşta yetim kalan Muhammed Saîd, yedi yaşına kadar konuşmadı ve yürümedi. Yedi yaşından sonra yavaş yavaş konuşan MuhammedSaîd Efendi ilim öğrenmeye başladı. Ağabeyi Şeyh Sirâceddîn Efendiden ilim tahsil etti. İlim tahsil ettiği müddetçe hiç evine gitmez, medresede kalırdı. Medresede kaldığı zaman geceleri bir hasırın içine sarınarak uyurdu. Annesi Halîme Hâtun oğlunu çok özler, hasretliğine dayanamayarak ağlardı. Muhammed Saîd Efendi annesinin isteği sebebiyle bâzan eve giderek ziyâret ederdi. 17 yaşına geldiği zaman ilim tahsilini tamamlayarak ağabeyi Şeyh Sirâcüddîn Efendiden icâzet aldı. Genç yaşta müderrisliğe başlayıp talebe okuttu. 23 yaşına geldiğinde medrese tamamen kendisine kaldı.

İlim ve fazîlette emsâllerini geçip zamânın ileri gelenleri arasına girdi. Dayısı Şeyh Muhammed Nûrî Dirşevî'nin sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf yolunda ilerledi. Dayısı onu irşâd için gittiği yerlere beraberinde götürdü. 30 yaşına gelince dayısı ve hocası Şeyh Muhammed Nûrî'nin kızıyla evlendi. Nihâyet bir müddet sonra Şeyh Muhammed Nûrî hazretleri ölüm döşeğinde yatarken oğullarını ve halîfelerini yanına çağırarak; "Artık bundan sonra Şeyhiniz Seydâ'dır. buyurarak Muhammed Saîd Efendiyi yerine vazifelendirdi.

Şeyh Seydâ bu sırada 40 yaşında bulunuyordu. Medresede talebe okutmasının yanı sıra, hizmetinde bulunanlara ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların iki cihan saâdetine kavuşmaları için gayret ediyordu. Kendisinden icâzet almış, 150'ye yakın talebesi ve ayrıca 100 kadar halîfesi vardı. Talebeleri ve halifelerini Sûriye, Irak, Arabistan gibi memleketlere gönderdi.

Şeyh Seydâ hazretleri tasavvuf yolunda zaman zaman Cezbeye kapılırdı. Bu cezbe sırasında bâzan kışın dondurucu soğuğunda Dicle'ye iner nehrin buzlarını kırarak içeri sarkar ve saatlerce öyle kalırdı. Bâzan da yazın kavurucu sıcağında soba yaktırırdı.

Şeyh Seydâ hazretlerinin vücûdu çok yumuşaktı. Elini öpenler sanki ellerinde hiç kemik yok zannederlerdi. Orta boylu ve şişmanca idi. Küçüklüğünden beri kimse yüzüne bakamazdı. Şeyh Seydânın yüzüne bakan kimse anlayamadığı bir hisle ürperir ve vücudunu bir titreme kaplardı.

Şeyh Seydâ hazretleri, teheccüd (gece) namazlarına devam ederdi. Güzel sözleri ve örnek ahlâkıyla insanlara yol gösterirdi. Sohbetinde bulunan en âsî insanlar dahi onun duâsı bereketiyle, hallerine pişman olup hidâyete kavuşurlardı. Bir sohbeti sırasında buyurdu ki: "Dil ve kalbin bozukluğuna sebep olan cehâleti terk ederek ilim ile meşgûl olunuz. Takvâ (haramlardan sakınma) ile bu ilminizi aydınlatarak ay ve güneş gibi parlayınız. İlmin zamanı ve erbâbı geçmiştir demeyiniz. İlmi sâlih amellerle tamamlarsanız elde ettiğiniz nurla şark ve garbı aydınlatırsınız. Nerede altın sâhipleri! Nerede altın ve gümüşü toplayanlar. Onların hepsi gittiler. Nerede dünyâ malı için çalışıp çabalayanlar? Ey kardeşlerim gözlerinizi açıp ibretle bakınız! Altın gümüş toplamak ve dünyâ malı elde etmek için didinenler, yanakları çürüten toprağa girdiler. Nerede seslerini yükseltenler ve hak dâvâ uğruna kan akıtanlar? Ay ve güneş gibi safâda bulunanlar. Nerede gece gündüz çalışıp süslü köşkler yapanlar. Nerede onlar! Hiç bir göz onları görmüyor. Onlar tamamiyle öldüler.

Sevgili kardeşlerim ibretle bakınız ve hüsrandan kendinizi kurtarınız. Size hak nasihati bildirenleri can kulağıyla dinleyiniz. Tâ ki gözleriniz doysun. Ya Rabbî! Fazlınla, rahmetinle bizi affet. Bizleri başkasına bırakmadan kurtar. Çünkü kurtardığın kişi Cennet'te seâdete kavuşacaktır. Yâ Rabbî kâinâtın Efendisine, âl ve eshâbına salât, selâm ve duâlar olsun. Hamd, kâinâtı yaratan Allahü teâlâya mahsustur".Kaba ve sert darvanışlardan şiddetle sakınan Şeyh Seydâ yumuşak davranırdı. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatma yolunda çeşitli sıkıntılara ve hakâretlere mârûz kaldığı halde, onlara tatlı bir dille ve yumuşak bir edâyla muâmele ederdi. Nitekim kendisini tutuklamağa gelen askerleri hoş davranışıyla yola getirmiş ve nicelerinin de kendisine talebe olmasını sağlamıştı. Allahü teâlâ ona olgunluk ve cemâl yâni yüz güzelliği ihsân etmişti. Sohbetinde bulunan herkes onun cemâline bakmaktan sohbetinden ayrılmak istemezdi. Onun üstünlüğünü duyan herkes kâfile kâfile ziyâretine gelir, Şeyh Seydâ onları şefkat ve merhametle karşılar, bağrına basardı.

Şeyh Seydâ hazretleri fakirlere karşı gayet merhametli ve şefkatli davranırdı. Onlara dâimâ yardım ederdi. Birgün bir köyün ileri gelenlerinden biri gelerek; "Şu işim olursa, falanca arâziyi sana hibe edeceğim." dedi. Şeyh Seydâ hazretlerinin duâsı bereketiyle işi oldu. O kimse, vâdettiği arâziyi Seydâ'ya bağışladı. Şeyh Seydâ hazretleri de arâziyi Cizre'nin fakirlerine paylaştırdı.

Şeyh Seydâ'nın asıl gâyesi talebe toplamak olmayıp insanlara yol göstermek ve onları ıslâh etmeye çalışmaktı. Onun için önemli olan insanların ıslâh olmalarıydı. Bu hususta şöyle buyururdu: "Zamânımızın bâzı şeyhleri, köy ağalarının etbâ (tâbi olan kimseler) toplamaya çalıştığı gibi, talebe toplamaya çalışıyorlar. Halbuki gâye, mürîd (talebe) toplamak değil insanları ıslâh etmek, onların nefsin ve şeytanın kötülüklerinden kurtulmalarına yardımcı olmaktır."

Şeyh Seydâ hazretleri cömert ve ihsân sâhibi olup, ziyâretine gelen binlerce insana yemekler yedirir, fakir zengin ayırd etmeden herkese aynı ilgiyi gösterirdi. Ayrıca devamlı dergâhında bulunan yüzden fazla âmâ, sakat, çaresiz ve düşkünlere yemek yedirir, onların kalblerini aslâ kırmaz ve incitmezdi. Kendisine eziyet edenleri affeder, kimseye kin beslemezdi. Çünkü o her hareketiyle ve davranışıyla Resûlullah'ı sallallahü aleyhi ve sellem örnek alırdı. Hattâ hakkında konuşan kimselere duâ ederdi. Sabır ve tevâzû sâhibi olan Şeyh Seydâ, nefsini herkesten aşağı görür ve onlardan duâ isterdi. Hemen herkese; "Siz benim büyüğümsünüz. Ben ise sizin küçüğünüzüm" derdi. Fakir ve düşkün kimselerle oturur, onlarla yemek yer ve herkese de böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Bir gün üstü başı dağınık bir kıyâfetle ziyâretine gelen bir hamalın yük taşımak için sırtında gezdirdiği ipi öperek helâl kazancın ehemmiyetine ve teşvikine işâret etti ve; "Allah için tevâzû edeni Allahü teâlâ yükseltir." hadîs-i şerîfini okudu.

İlim ve irfânda yüksek bir derece sâhibi olan ve büyük bir velî olan Şeyh Seydâ hazretlerinin pekçok kerâmetleri görüldü. İbrâhim Ay adındaki bir kimse şöyle anlattı: "Ben Şeyh Seydâ'yı ziyârete ilk gittiğimde Pakistan'dan bir zengin gelmiş, dört gün beklediği halde Şeyh Seydâ'yı görememişti. Akşam vakti varmıştım. Sabah oldu. Şeyh Seydâ, erkenden İzmit Kağıt Fabrikasının Müdürünü çağırdı. İki memuru ile birlikte onlar içeri girince ben kapıda bekledim. İsmimle çağırılmadıkça girmemek düşüncesindeydim. İsmimi kimseye de söylememiştim. Baktım Şeyh Seydâ'nın oğlu Şeyh Muhammed Nûrullah ile beni; "İbrâhim Adıyamânî de gelsin!" diye çağırtmış. İçeri girdim. Beni karşısına oturttu. Sağımda İzmit Kâğıt Fabrikası Müdürü, solumda da iki memuru vardı. Bize bîat verdi yâni talebeliğe kabûl etti. Yapacağımız vazifeleri anlattı. Ben kendi kendime; "Önceden duydum ki bu zât Nakşî, Kâdirî ve Rufâî yollarının üçünden de bîat veriyor. Bu nasıl olur?" diye düşündüm. Başımı kaldırıp yüzüne doğru bakınca, bana bakarak "Evet biz kök olarak Nakşî'yiz. Fakat hem Kâdirî, hem de Rufâîliği vermekle vazîfeliyiz." buyurarak benim zihnimden geçen soruya cevap verdi.

Molla Muhammed adında bir kimse, Şeyh Seydâ hazretlerine; "Kurban! Allahü teâlânın rızâsına nasıl erebiliriz?" dedi. Şeyh Seydâ hazretleri; "Cenâb-ı Allah lutf ederse erersin." buyurdu. O kimse aynı soruyu ikinci ve üçüncü defa sorunca aynı cevâbı aldı. Dördüncü defa sorunca Şeyh Seydâ hazretleri; "Bana bak MollaMuhammed! Kalbinin üzerindeki paraları ne zaman yakarsan, işte o zaman Allah'a erersin." buyurdu. Görünüşte mütteki bir insan olan Molla Muhammed, parayı çok seviyormuş. Onun kalbindekileri kerâmet olarak bilip bu şekilde cevap verdi.

Ömrünü İslâm dîninin emir ve yasaklarını öğrenmeye, öğretmeye, insanlara anlatıp onların dünya ve âhirette kurtuluşa ermelerine sarfeden Şeyh Seydâ hazretleri ömrünün sonuna doğru etrafında kendisine tâbî binlerce insanı görebiliyordu. 1968 (H. 1387) senesi Ramazan bayramında binlerce kişi onun ziyâretine gelip, bayramını tebrik etti. Şeyh Seydâ da gelen binlerce insana sevinçle, muhabbetle ve tâzimle mukâbelede bulundu. Bayramın birinci günü câmiye çıktı, öğle namazını kıldırdıktan sonra câmide kaldı. Ziyâretçilerle bayramlaşıp ikindiye kadar onlarla sohbet etti. Kalabalık bir cemâate ikindi namazını kıldırdıktan sonra evine döndü. Yedi gün sonra pazar gecesi evlatlarına vasiyette bulundu. "Benden sonra şeyhiniz Nûrullah'tır. Çünkü onu hem zâhir ve hem de bâtında imtihan ettim. İmtihanı başarıyla kazandı." buyurdu. Yanında bulunan Hacı Muhammed Bûzî'ye evine gitmesi için izin verdi. Yanında yalnızcaHacı Kâsım vardı. Kıbleye karşı namaz kılıyormuş gibi oturdu. Kendisinde hiç ölüm alâmeti yoktu. Birdenbire ağzını açtı yumdu ve sustu. Hacı Kâsım dokunduğunda Şeyh Seydâ hazretlerinin vefat ettiğini anladı ve âilesine bildirdi. Ertesi sabah MollaSüleymân el-Hüseynî gasl ve tekfin işlerini yürüttü. Sonra binlerce insanın iştirâkiyle cenâze namazı kılındı ve evine defnedildi. Tâziyesine yakın ve uzak yerlerden kar, tipi ve şiddetli soğuğa rağmen, halifelerinden, talebelerinden onbinlerce insan geldi.

Devlet adamları dahi onun üstünlüğünü kabûl ederlerdi. Birgün Cizre kaymakamı, belediye başkanı, hâkim ve diğer vazîfelilerden bâzıları anlaşarak Şeyh Seydâ'yı ziyârete karar verdiler. Serhadlı köyüne ziyârete gittiler. Yolda giderken; "Eğer bu kimse hakîkaten velî ise bize şunu şunu yedirsin." diye her birisi ayrı ayrı şeyler istediler. Öğleden sonra köye ulaştılar. Şeyh Seydâ'nın evine gittiler. Oturup sohbet etmeye başladılar. Bu sırada yemekler geldi. İstedikleri yemekler geldikçe orada bulunanlar biribirlerinin gözüne bakmaya başladılar. Yemekler yendikten sonra ikindi vakti girdi. Şeyh Seydâ ziyârete gelenlerden biri hâriç diğerlerine; "Haydi abdest alın namaz kılalım." dedi. Ayağında çizme olan misâfire ise; "Sen dur, senin çizmelerini çıkarman zor olur." dedi. Namaz kılındıktan sonra misâfirler müsâde istediler ve oradan ayrıldılar. Yolda giderken namaz kılmayan misâfir dedi ki: "Ben pis idim. Şeyh Efendi, benim durumumu anladı. Bana onun için "Sen dur." dedi. Yoksa çizmelerimi çıkarıp giymek zor değildir." Ekseriya bu şekilde gezmeyi âdet edinen o şahıs, bu hâdiseden sonra kötü hareketini terk etti.

Eserleri: 1) Kitabü Ahkâmü'l-Envât, 2) Ed-Dâbıta fir-Râbıta, 3) Et-Te'lif fit-Te'lif, 4) Et-Tasavvuf, 5) Manzumeler, 6) Tenbîhü'l-Müsterşidî, 7) El-Mecmeu's-Sağîr.

Kaynak: www.seydayiciziri.com+http://www.islamvetasavvuf.org/?q=node/7